Kronik Garsonluk (Hikaye)

 



Düğünlerde garsonluk yapan birisinin hayatını düğünlerin değiştireceği pek beklenmez aslında. Ama benim hayatımı değiştiren üç tane düğün oldu. Birisi kendi düğünümdü. Diğerlerini ise şimdi anlatacağım.

Garsonluk işinde yeni olduğum zamanlarda hayatta da yeni sayılırdım. Hani eskilerin toy dediği tiplerdendim. Üçüncü günümdü. Onu gördüm. Sade olmayan makyaj, kısa elbise, kâküllü saçlar ve yürümekte zorlandığı topuklularla bir kız girdi içeriye aramadığım ne varsa kendisinde toplanmıştı sanki. Ama sonra aradığım her şeyin onda olduğunu öğrenecektim. Onun normal olduğu anormal tavırlarından belliydi. Ait değildi içinde bulunduğu duruma ve bu halleri beni gerçekten kendisine çok çekmişti. Nedendir bilinmez o gün bir daha tekrarlanmayacak farklı bir gündü. En cesur olduğum gün.

Bu cesaretimden ve gençliğimden olsa gerek ona götürdüğüm üçüncü pastada bana ulaşabileceği bütün adreslerimi verdim. Telefon numarası, mail, ev adresi, Facebook, İnstagram.

O gün geçti bugün oldu ve o eşim ben ise hala garsonum. Ama şef oldum tabi eskisi gibi pasta dağıtmıyorum. Öyle çok değişen bir şey yok anlayacağınız. Bir tek hit düğün parçaları değişiyor o kadar.

Bugün hissettiklerimi daha önce kendi düğünümde de hissetmiştim. Ama orada kendime mukayyet oldum ve gün güzel sürdü, daha güzel bitti. İnsan kendi düğününde bir başka oluyor. İşim olan bütün düğünleri ben kurmuştum, kendi düğünümün sadece parasını verdim, diğer düğünlerde kimse benim için gelmezdi, ama benim düğünümde benim için gelenler vardı, diğer düğünlerde bir şey hissetmezdim ama kendi düğünümde mutluydum istediğim kadar pasta yiyebilir hatta kalkıp oynayabilirdim ve kimse yadırgamazdı. Bir günlük kral gibiydim ve kraliçem de vardı yanımda beyazlar içinde ve en az benim kadar mutlu. Böyle hisler içinde bir düğün ile hayatım bir kez daha değişiyordu.

O son düğün ise felaket.

Sıradan bir günün normal saatlerinde eve geldiğimde bir davetiye gördüm. Bir düğün davetiyesiydi. Ben genelde davet edildiğim düğünlerin haberini WhatsApp garsonlar grubundan alırdım şimdi ise elimde sert bir kâğıda basılmış davetiye duruyordu. Bizi bu özel günlerinde aralarından görünce mutlu olacaklarını söyleyen bir davetiye. Daha önce davet edildiğimiz olmuştu tabi ama iş zamanlarıma denk geldiği için düğün işleri sorumlusu yüce hanımım alır çocukları giderdi ve ben başka düğünde şeflik yapardım. Ama şimdi ne hikmetse izin günüme denk gelmişti ve mecburen gidecektik. Benim garson olmadığım bir düğünü en son kendi düğünümde görmüştüm. Bu düşünce beni çok heyecanlandırmıştı. Davetli olma düşüncesi. Düğün günü geldi, garsonluk kıyafetlerimi andıran gömlek, pantolon ve ceket giydim ve bu davetli olduğum deplasman maçında bir sıfır geriden başlamam demekti. O gömleğin içinde kendimi veremiyordum davetli olduğuma. Hanım ise çok güzel olmuştu, o elbisenin içinde ayakları sanki yere değmiyormuş gibi gelmişti bana uçuyor gibiydi, onu görünce iki bir öne geçtim, kendime geldim ve evet ben bir davetliydim.

Şimdi yola çıkma zamanıydı.

Yol bitti, düğün salon da değil kırdaydı, pasta en son ikram edilecek alelade bir tatlıydı sadece, burada öncesinde yemek vardı, herkes çok şık ve en zengin benim bana bakın der gibiydi. Samimiyet davetli değildi belli ki. Gösteriş ise elini şatafatın beline dolamış ilk dansı gelin ve damattan önce yapıyordu. Bize, “hoş geldiniz” diyenlerden sonra “siz buraya ait değilsiniz” bakışları yerimizi gösterdi. Otuz üç numaralı masada bizim için iki sandalye ayrılmıştı, bizim ait olmadığımız yerde bize ait iki sandalye. Benim çalıştığım düğünlerde sandalye kapmaca oynanan ilk oyundu, burada ise oyun bozanlık hâkim.

Düğün başladı ve benim içimde ki o korkunç his baş gösterdi. İlk zamanlarda o yokmuş gibi davranmaya çalışsam da masamıza servis yapılmaya başlandığında o histe beni ele geçirmeye başladı. Sadece içimde ki o histen yankılanan sesleri duyabiliyordum, bütün çiftetelliler sustu ve içimde ki o “hadi kalk” sesi yankılandı. Hanımdan izin isteyip o sesi dinledim ve kalktım. Önce kendime gelirim diye lavaboya gittim. Yüzüme su çarptım. Sonra yüzüme kendimi çarptım ama o ses durmadı. Bende dayanamadım artık ve bir hışımla lavabodan çıkıp ilk gördüğüm garsonun eline sarıldım. Elinden tepsisini alıp artık ne dağıtıyorsa onu dağıtmaya başladım. “Buyurun efendim” demek beni o kadar rahatlatıyordu ki o ses yerini Ankara havasına bıraktı, rahatlama devam ettikçe ben kendime geldim, ben kendime geldikçe de eşimin bana bakan gözlerini gördüm ve işte o zaman da içimi yeni bir his kapladı. Tarif edilemez bir his. Son enerjim ve garsonluk içgüdülerimle elimdeki tepsiyi güvenli bir yere bıraktım ve beş iki mağlubiyetle sedyede uyandım.

Hizmet sektöründe çalışan birisinin hizmet kriziydi beni tutan, uyanmama vesile olan ise yârin göz yaşlarıydı. O gün hastaneden çıkınca garsonluktan istifa ettim, şimdi ise ne yapacağımı bilmiyorum. Belki de yeni bir kriz yaratacak bir şey bulurum kim bilir.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hayatsız ve Ölümsüz

Bir Saplantının Hikâyesi

Bir Kaşık Çorba (Hikâye)