Bir Saplantının Hikâyesi

 Çay Ocağı

“Fabrika da çalışıyorum” diyorum herkese ama aslında yemek şirketinin beni gönderdiği fabrikalarda çalışıyorum.  Çay ocağı işletiyordum köyde. İşler iyiydi ama aklıma girdiler, devrettim. Etmez olaydım aklım kaldı. Dönsem dönemiyorum, alsam alamam çok değerlendi. Şimdi geldik bu şehre ve o fabrika senin bu fabrika benim dolaşıyorum. Bulaşıkları yıkıyorum. Aklımda çay ocağım var. Güzel çay ocağım.

Bir kadına devrettim. Nereden yaptım böyle bir hata sürekli kendime kızıyorum. Burada olmamam lazım. Benim mesleğim çay demlemek. Kadın iyi işletiyor diyorlar. Nereden işletecek kocası memur emeklisi bıraksın evine baksın. 


Yeni bir fabrikadan bahsettiler orada yemek dağıtıp yemekhanesi ile uğraşacak mışım. Ne üretiyor bilmiyorum. Beni ilgilendirmiyor da. Kalabalık değilmiş kırk kişi ya varmış ya yokmuş. Benim çay ocağıma da bu kadar kişi gelirdi ya kırk kişi gelir ya da gelmez, gelen de oturdu mu iki çay içer akşam anca kalkardı. Kavga etmişliğim bile var. Ya gelme ya geliyorsan da çay iç diye. Anlamıyorum hiç mi acıkmıyorlar, tost makinası da almıştım, çalıştırmak nasip olmadı. Aldığım ekmekler bayatladı, bende ekmek almadım. tost isteyene de ekmek yok dedim. Şimdi gözleme de veriyor muş kadın. Çay ocağında gözleme mi olur? Kadın kısmına iş devredersen böyle oluyor işte. İş bilmez bunlar. Gitsin evine baksın, bana çay ocağımı geri versin. 


Yeni fabrikanın kapısındayım. Bir kadın açıyor kapıyı. Güvenlik. Kim olduğumu soruyor, “yemekhaneye geldim, çalışmaya” diyorum. Kapıyı açıyor arabayı park edip güvenliğin yanına dönüyorum. Yemekhanenin yerini sormak için.  

Tarif ediyor. 

Fabrika hakkında sorular soruyorum. Sonra bizim köylülere benzettim seni nerelisin diyorum. Memleketini söylüyor, hemşeri çıkıyoruz. Köyü soruyorum, köylü çıkıyoruz. Kahveyi soruyorum dayısının torunu devralmış diyor, başım dönüyor. Keyfim kaçıyor bir anda öfkeleniyorum. 

Nasıl memnun mu diye soruyorum. Memnun diyor iyi işliyormuş, köy gibi bir yerde gayet iyi kazandırıyor şehirden orası için gelenlerin olduğunu söylüyor.

İnanmıyorum. 

“Ben işletirken günde kırk kişi gelmezdi” diyorum. “Evet öyleymiş ama şimdi toparlamış yemek servisine başlamış köye kafe açmış anlayacağın” diyor ve gülüyor. 

“Ben kötü işletiyordum yani” diyerek tersliyorum. 

Bir şey demiyor. 

“O kadın okul okudu” diyor” öğrendi, o yüzden böyle işleri açıldı” diyor. “Bir yer nasıl işletilir biliyor.” 

“Ben cahil miyim, 30 yıl işlettim orayı” diyorum “babamdan öğrendim ben bu işi, elalemin dolduruşuna geldim devrettim, şimdi geri alamıyorum. Çay ocağıma çöktüler” diyorum.

“Sizin köylüler hep cimri olur zaten ben çok safım çok safım” diye de ekliyorum ve daha fazla burada kalmak istemediğimi yoksa elimden bir kaza çıkacağını hissediyorum. 


Yemekhaneye iniyorum ama aklım hala çay ocağında. Çok ucuza devrettim, altmış beş bin öyle bir yer içi çok az para. Daha fazla da isteyebilirdim. Benim saflığım işte. Bugün bulaşık yıkıyorsam hep iyi insan olduğum için. Safım ben. 

Neymiş okul okumuş.

Okusun, okul okuyanlar ne anlayacak çay ocağı işletmekten. Kafeye çevirmiş birde hiç utanmadan.

Yok utanma kalmamış. Azıcık utanma olsa gider evine barkına bakardı. Böyle olmayacak güvenlikçi kadın gelsin söyleyeceğim, böyle olmaz diye. Beğenmiyorsa geri versin benim çay ocağımı. Ben ona öyle teslim etmedim. O beğenmeyip her şeyi değiştirmiş. Değiştirecektin madem neden devraldın benden? Anlayamıyorum. 


İnsanlar yemeğe gelmeye başladı. Yemekleri ısıtmayı unuttum. Ne olacak soğuk yesinler. 

Şikayet etmeye başladılar, bir şey söylesem üstüme gelecekler. Bunu bulamayanlar da var. İnsanlar çok nankör. Yemek bulmuşlar soğuk diye beğenmiyorlar. Sanki karıları onlara düzgün yemek yapıyor da burada şikayet ediyorlar. Herkesin gücü bana yetiyor.


Çay ocağımda öyle değildi. Kimse çayıma laf edemezdi, beğenmeyen defolup gidebilirdi. İnsanları kovmaya hakkım vardı.

Güvenlikçi kadın geldi.

Yemeğini fazla koyayım belki benim için dayısının torunuyla konuşur. “Yeter” dedi, yemek yemeği sevmiyor demek ki. 

Dayanamıyorum. 

“Beğenmediyse geri versin o zaman kardeşim” diye bağırdım. Herkes bana baktı. Güvenlikçi kadına yaklaştım. 

"Sana diyorum beğenmediyse versin. Altmış beş bin TL'ye verdim orayı istesem daha fazlasına da verirdim iyiliğimi kullanıyorsunuz. İyi insan olmamak lazım. Sizin köy zaten çok cimri bunu herkes bilir." Beni tersliyor. Çok sinirlendi, bende çok sinirliyim. Diğer çalışanlar müdahale ediyor. Nereden tanıyorsun bu adımı diye soruyorlar. “Nerden tanıyacağım bu geri zekâlıyı” diyor.

“Ben geri zekâlı değilim benim çay ocağım vardı” diyorum. Beni dışarı çıkarıyorlar. Başım dönüyor...


Gözümü hastanede açıyorum.
Yanımda kimse yok. Ambulansa tek başıma bindirmişler. İnsanlar çok nankör, onların tabaklarına yemeği benim koyduğumu ne çabuk unuttular. Birisi bile gelmemiş. Ben onlara bunu sormaz mıyım?


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hayatsız ve Ölümsüz

Bir Kaşık Çorba (Hikâye)