Bir Katre Özgür, Bir Hayat Mutlu

 


Sıradan hayatlarımıza sunulan sıra dışı haberler bizi önce sıradanlığımızdan, daha sonra da kendimiz gibi olmaktan alıkoyuyor. Hepimizin kendi meşguliyetleri var. Her meşguliyet eylemeyi gerektirir. Eylem ise o meşguliyeti kişinin kendisine gündem edinmesiyle mümkünüdür. Meşguliyetlerini kendisine gündem edinmiş kişi eyleme geçecektir. Fakat her gün üretilen yüzlerce gündem konusu insanların kendi meşguliyetlerini unutmalarına sebep olurken onları asıl eylemeleri gereken şeyden de alıkoyuyor. Özellikle içerisinde bulunduğumuz dönemde erteleme ve sonraya bırakma gibi bir takım hastalık mahiyetinde alışkanlıklar kazanmışken birde bizim gündemimiz bizim dışımızdan belirleniyor. Bu durum insanların büyük çoğunluğunu önüne konan şeyden başkasını göremeyecek derecede hipermetroplara çeviriyor.

Körlüğün sadece görmeme durumu olmadığı bir dönemde uzağı görememekte göz ile ilgili değildir. Görmek esasında idrak ile ilgilidir. Kişi hariçten kendisine sunulan gündemleri idrak konusu kılmak yerine o gündemi kendisinin gibi kabul edip başkasının idrak ettiği, düşündüğü şeyi kendisininmiş gibi savunabiliyor ve sahte eylemlerde bulunabiliyor. Bütün meşguliyeti esas olandan çıkıp sahte bir hüviyete bürünüyor. Sahtelik kişinin kendisini öyle uzak bir yere konumlandırıyor ki idraken hipermetrop olan kişi kendisini göremez oluyor. Sahte gündem ve meşguliyetler söz konusu olduğunda en yakın da olan en uzakta olanla aynı şey haline geliyor. Bu durumun çelişki doğurduğu aşikardır. Zaten sahte gündemler de bu çelişkiler üzerine inşa edilmiştir. İnsanı çelişik olan durumların kıskacına koyarak çekiştirir. İdrak etmeyen kişi böyle bir durumda bir tarafa doğru yönelecek/çekilecektir ki bertaraf olmasın. Taraf olmak çelişik olan iki durumdan birini seçmekten başka bir şey değildir. Günümüzde en çok “gündem” olan şeyler böyle çelişkiler üzerine temellenmiştir. Birisin “a” dediğine diğeri “a değil” diyecektir ve sesi en çok çıkan kendi sözünü doğru kabul ettirip kitleleri o sözün peşinden sürükleyecektir.

Kendisini en uzağa koyan kişinin bir yerden başka bir yere gitmesi de aynen kitlelerin yaptığı gibi sürüklenme şeklindedir. Sürüklenme ifadesine dikkat edilirse sürükleyen birisine göndermede bulunur. Kendisi olamayan kişi başkasının güdümünde olacaktır ve dolayısıyla sürüklenecektir. Sürüklenmekten tahriş olan diz ve dirseklerin merhemi de hep “bu da geçer” vaatleri olacaktır.

Sürükleyicilerin ortak özelliği vaat vermeleridir. Sürüklenenlerin ortak özelliği ise kurtarılmaya muhtaç hayatlar “sürmeleridir”. “Sürmeleri” ifadesi tırnak içerisinde verilmiştir çünkü böyle kimseler kendi hayatlarını kendileri süremezler, çünkü kendilerine uzaktırlar dolayısıyla hep başkasından beklerler o hayatların sürülmesini. Bu bazen politik bir kişi ve kurum olabilirken bazen de iş veren, yönetici veya patron olabilir.

Hayatların kontrolünü teslim alan kişiler sahip oldukları gücün farkındadırlar. Bu gücü ellerinde tutabilmek için yapamayacakları şey yoktur. Örnek vermek gerekirse ilk yaptıkları şey kitlesel uyutma ve uyuşturma hareketidir. Kendileri konforlu birer yatak ve derin uyku görevi görürken esasında yaptıkları şey bu gücü ellerinde tutmaktır. Bu konfor kendisini birçok farklı şekilde sunabilir. Bunlardan en rahatı düşünce konforudur. Bir başkası sizin yerinize düşünmüştür, sizin yerinize yapmıştır ve sizin yerinizdedir. Siz, siz olmak zorunda değilsinizdir artık tek yapmanız gereken arkanıza yaslanıp gelen talimatlara uymak ve her söylenene inanmaktır. Burada önemli olan söylenenin nereden söylendiği ve ne kadar çok söylendiğidir. Düşünce konforuna sahip kişi sık tekrarlarla, yüksek sesle ve herkesin duyduğu şeylerle karşılaşırsa onu hakikat kabul etmemesi için hiçbir sebep yoktur. Düşünce konforuna sahip kişinin yapması gereken tek şey duyduğuna inanmak, gördüğüne daha çok inanmaktır. Böyle kimselerin ağızlarından sıklıkla “tv’de gösterdi” ifadesini duyabilirsiniz.

Her olay gösterilebilir mahiyete sahiptir. Bu da bir olay yaşanmasa da gösterilebilir anlamını kendi içinde zımnen taşımaktadır. Sadece gördüğüne inanan birisi için hayat sadece kendisine gösterilenlerden ibaret olacaktır. Fakat bu gösterinin sahnesi hiç sorgulanmadan kalacaktır. “tv gösterdi” ifadesinde sahne televizyondur. Fakat televizyonda ki içerikler kurgulanabilir, görüntüler manipüle edilebilir. Hiç olmamış bir olay olmuş gibi, olmuş bir olayda olduğundan başka gösterilebilir. Daha kötüsü ise olduğu gibi gösterilen olaylara duyarsız kalmaktır ki bu durum düşünce konforuna sahip kişilerin vicdan iltihabıdır. Esasında bütün bu gösteri türlerinin hepsinde duyarsızlık söz konusudur. Benim kanaatimce amaçlanan da budur. Çünkü duyarsız olmak demek eyleme geçmenin ön koşulunu kaybetmek demektir. Duyar, kişinin kendisini güdümlemesidir. Fakat bizim çizmeye çalıştığımız tabloda kişinin kendisi çok uzaktadır ve onu güdümleyen ise kendisinden başkasıdır. Bu sebeple duyarsızlaşmak kaçınılmaz bir şekilde önce insanın vicdanında yara açacak sonrada o yara iltihap kapacaktır.

Peki ne yapılabilir?

Bizler Müslümanız gördüğümüz şey her zaman inandığımız şey değildir, ya da görmesek de inandığımız şeyler vardır. Yapmamız gereken bize sunulan gündeme şüpheyle yaklaşmak ve esasında kendi gündemimizi oluşturmaktır. Kendi gündemimiz kendi meşguliyetlerimizdir. Fakat bunu oluşturmak önce kendimize ulaşmayla mümkün. İnsan en yakın olduğuna uzak kalırsa, uzakta olanlar yakın gözükür ve insan yakın zannettiğine ulaşmak yolunda gittikçe gider ama bir yere varamaz. Sadece yorulduğuyla kalır. Kişi kendisine gitmek değil kendisine bakmak zorundadır. Doğal sınırlarını bilip, neye ihtiyacı olduğunu keşfetmeli ve o keşif ile kendi dünyasını kurmalıdır. Bu dünya dış dünyalarla sürekli etkileşim halinde olsa da o dünyaya neyin girip, neyin çıkacağına insanın kendisi karar vermelidir ve bu ise sağlıklı bir muhakemeyle mümkündür. Sağlıklı muhakeme ise şüpheyle, reddetmeyle başlar. Şüphe soru doğurur, soru eylem doğuracaktır ve bu vesileyle zihin idrak etmeye meylederken muhakeme etme potansiyelimizde açığa çıkacaktır. Başkalarının hükümleriyle yaşayanlar ancak mahkumlardır. Kişi kendi hayatıyla, tercihleriyle ilgili hükümleri doğal sınırları içerisinde verebildiğinde bir katre özgür, bir hayat mutlu yaşayabilecektir.

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hayatsız ve Ölümsüz

Bir Saplantının Hikâyesi

Bir Kaşık Çorba (Hikâye)