Bir gece bir yerlere gitmeyi beklerken gelen bazı düşünceler.



Yorgunum, saatin dört olmasını bekliyorum.
Otogar da.
Saat şu an kaç?
Bakamayacak kadar yorgunum.
Bu hâlimin tek sorumlusu benim, çünkü ben de herkes gibi ruhunu paraya satmış biriyim. Satın alınabilir olmak gerçekten zor, insanlar buna hayat diyor, ben ise ne diyeceğimi bilmiyorum. Şu an birçok sahneden birisi, birçok rolden de bir tanesi.
Zor bir sahne ve zor bir rol.
Bunun da üstesinden gelebilirim, fakat hayatın bu olduğunu söyleyen birçok sesin nasıl üstesinden gelirim bilmiyorum.
Hayır bu hayat değil, kimse burada yaşadığını iddia etmesin. Herkes hayatın hayatsızlık olduğu fikrine kapılmış ve yaşamak hayattan vazgeçmekmiş.
"Hayat nedir?" bunu bilmiyorum fakat hayatın ne olmadığını öğrenmiş oldum.
Kendimi uyuşturamam, bulunduğum durumun vahametini unutup keyfime bakamam. Diğer insanların unutkanlığı bile kaçırıyorken keyfimi, ben durup uyuşamam.
Ama eğer hayatın bu olduğunu kabul ediyorsan hayatta kalmayı mümkün kılan bu uyuşmalar. Ekranlar, komik videolar, kadınlar ve para. En çokta para uyuşturuyor ve bende uyuştum.
Neden buradayım?
Para için.
Gittiğim yerin bir önemi de yok, yeter ki paramı versinler.
"Nereden geldim?" bilmeme gerek yok, çünkü orada para kazanılmıyor. Hayat ve yaşamak, bunlar para oldukça anlamlı.
Hayır ben böyle düşünmüyorum, inatla böyle olmadığını söyleyip duracağım, bence hayat paradan ibaret değil, hayat kendinden de ibaret değil.
Hayat hayattan ibaret değil.
Ölüm var, doğum var, gökyüzü, dağ, deniz, işe girmek, bankta uyumak, camiden kovulmak…
bunlar hayatın içinde olan ve para istemeyen aktiviteler.
(Hepsi beleş.)
Sahi neydi hayat, neydi para, ben ne olacağım.
Olmanın meslek sahibi olmak olduğu düşünülüyor.
Aslında olmak, yolda olmak, yola sahip olmak, yol olmak.
Fakat bu yol bir şirketin istikameti değil, o yolda bir tek kendi canım taşınıyor. O yoldan bir tek ben gidebilirim, fakat o yol nereye gider işte bunu bilmiyorum.
Bildiğim bir şey varsa “insanlık” kendisini anlamsız işler üzerine inşa ediyor. Sadece gişe de kapı açan insanlar var, sadece tuvaletten para kazanan insanlar var ama insanı insan yapan hiçbir şey yok, bunun önemi de yok, yeter ki hayatta kalabileyim.
Felsefe hayatta tutmaz, hayatı tutar, beni tutar, tok tutmaz, karın doyurmaz. Gerçi pahalı bir telefon yahut güzel bir araba da karın doyurmaz ama zaten karnı tok olan alır öyle şeyleri. Yine de insan gerçekten aç kalır mı bilinmez.
İnsan korkar, bu bilinir işte. Açlıktan, arabasızlıktan, sokakta olmaktan korkar insan.
Ben insanım, açım, sokaktayım ve korkuyorum. Arabam olmasa da olur, demek ki o kadar da insan değilim. Yani insanı sadece maddi olan şeyler mi tamamlar? Nerede maddi olan şey varsa orada o kadar insan mı var?
Ormanların, dağların içinden geçiyorum, hiç insan yoktu fakat insanlık vardır, oraya yol yapmış, direkler dikmiş insanlık.
İnsan yoktu ama insanlık her yerdeydi.
İnsanlık, insanın yaşayamayacağı yerde ev kurmuş. İnsanlık her yerde fakat insan.
O.
Kayıp.
Ne olduğunu bilmiyor, neden olduğunu, nerede olduğunu. Buranın bir sahne ve hayatın bir rol olduğunu bilmiyor, rolüne o kadar çok kaptırmış ki kendini, gerçek zannediyor bu hayatı.
Anladım ki hiçte gerçek değil.
Sanıyorum ki hiçlik bir yerde olamamak olsa gerek. Varsın, ama bir yerde değilsin. Sürekli bir yerden bir yere gidiyorsun sabit yerler var ama sen sabit bir yerde değilsin ve muhtemelen bu hiçliğin bir alameti.
Kendim olamadığın yolar da olmak anlamsız ve hiç.
Olmak ve varlık süreç olarak düşünülür fakat bunu mümkün kılan insanın kendi olmasıdır. Ben bir süreçteyim, yoldayım fakat olmuş yahut varlık değilim, çünkü kendim değilim. İnsanın varlığı kendi olması ile mümkündür, eğer kendi değilse, hiçtir. Bu rol benim değil, ben bu değilim ve kendimde de değilim bu sebeple oluş içerisinde hiç hükmündeyim, çünkü ben kendimi başka bir rol üzerine inşa edemem, ben varlığımı ancak kendi özüm üzerine inşa edebilirim. İşte bütün mesele de bu özü bulabilmekte.

Yorumlar

  1. Aslında yazınızı okuduğumda daha uzun uzun bir cevap yazmaya başlamıştım fakat bir yerde takıldım. “İNSANLIK”.
    “İnsanlık insanın yaşayamayacağı yerde ev kurmuş.” demişsiniz.. Ve o evde insanlar yaşıyor. İşte olay tam da bu. İnsanlık içimizde bir yerlerde. Para, kariyer, varlıklı olmak…. Bunların hepsine yeteri kadar sahip olabilecek ve sadece yeteri kadarını kullanabilecek güç içimizde bir yerlerde. Fakat ne oldu da biz sizin şu söylediğiniz hale geldik?… Sadece paranın konuştuğu ve hislerin, düşüncelerin, bir şeyler için çaba harcamanın değersizleştiği bir dünya. “Değer” verdiğimiz şeyler değişti… Ya da sizin deyiminizle “Özümüz” ü kaybettik.
    Ha bir de Felsefeyle ilgili; Felsefe bu “çalışma, çalıştırılma” nın dışında kaldığı zaman güzel çünkü o, sizin de belirttiğiniz gibi hayatı tutar, hayatın ta kendisidir. Hayatın tam da kendisi olması bakımından açlığı da tokluğu da varlığı da yokluğu da içinde barındırmaz mı zaten? Felsefe bu hayatın aslında en basit halinin karmaşıklığına çıkar. Sevenini içine çeker, sevmeyenini kocaman okyanusunda boğar.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hayatsız ve Ölümsüz

Bir Saplantının Hikâyesi

Bir Kaşık Çorba (Hikâye)